Kitaplar

Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek (2021)

Hegel’in felsefesi son iki yüzyılda birçok kez ölü ilan edilmiş, gericiliğe ve hatta totalitarizme zemin hazırlamakla suçlanmış olsa da, bu felsefenin gücü ve etkisi azalmadı. Tam aksine: 1960’lardan beri hem Kıta Avrupası felsefesinde hem de mantıksal-pozitivizmi takip eden Analitik felsefe geleneğinde bir Hegel Rönesans’ı yaşandı. Birbirinden başarılı denemelerden oluşan bu kitap, Hegel felsefesinin kalıcı gücüne tanıklık etmektedir. Aynı zamanda bu çalışma, son on yılın oldukça olumsuz politik koşulları altında çalışan, fakat yine de uluslararası bir bilim ve analiz düzeyine ulaşmayı başaran Türkiyeli bilim insanlarının oluşturduğu bir felsefi topluluğun filizlenmesini belgeliyor. Türkiye’deki okurlara Hegel felsefesi ve onun zengin ve çeşitlenmiş mirası üzerine bu parlak derlemeyi sunmak benim için büyük bir mutluluk kaynağı… Şeyla Benhabib

Olumsuzlamalar (2020)
Eleştirel Teori Denemeleri

İngilizcesi 1968 yılında yayımlanan bu kitabın yazarı Herbert Marcuse, Paris 68’inin en çok okunan yazarıydı. Nazilerden kaçarak Amerika’ya yerleşen, sonrasında Amerikan toplumu üzerine düşünen Marcuse “ileri kapitalist endüstri toplumları”nın analizini yaparak pasifleşen bir işçi sınıfının kapitalizmin hedonist metalarının sahibi olmaya başladığını (mutluluk fikrinin nesnelliğini) ve böylece “devrimci” rolünü kaybetmeye yüz tuttuğunu saptamıştı, hem de 1960’lı yılların başında. İlk yazıların 1930’lu yıllarda efsanevi Frankfurt Okulu’nun dergisinde, İkinci Dünya Savaşı başlamadan evvel Almanca olarak kaleme alındığını düşündüğümüzde, yazarın bu analizlerini ne kadar erken geliştirmiş olduğunu fark edeceğiz. Sonraları İngilizceye çevrilen bu yazılarından derlenen elinizdeki kitap hakkında “bugün okuyucuya ne verecektir?” sorusu sorulabilir. Kitap bir yandan, küreselleşmeyle birlikte sadece Batılı olarak adlandırılan toplumlardaki sınıfsal pasifleşmeyi değil, aynı zamanda küresel boyutta işleyen arzunun, kapitalizmin çağrılarına boyun eğmekte olduğunu bir kez daha bize anımsatacaktır (feodal değerlerin kapitalistleştirilmesi süreci); diğer yandansa, çağdaş “kurumsallaşmış kapitalizm”in bir reddi olarak da okunabilecektir. Bu yazılar hem tikel tarihsel bir momenti işaret etmekte hem de bugün içinden geçtiğimiz dönemi yakın tarihle kıyaslama imkânını bize vermektedir. Böylece bugün bize zevk verdiğini düşündüğümüz ve aslında bizi boğmakta olan, üretken olmayan bir tüketim toplumunun mallarını ve teknolojisini nasıl içselleştirmekte olduğumuzu bu çalışma bir kez daha ortaya koymaktadır. Biz “bilinçli bir şekilde arzulayan” değil, “arzulanan makineler”iz.

Çocuklar İçin Felsefi Öyküler (2019)

Hep sorular soran, merakını paylaşmaktan hiç çekinmeyen, yenilikleri kucaklayan çocuklar tüm zamanların en doğal filozoflarıdır. Bu kitapta yer alan öykülerle bu “doğal” filozofların sorgulama, akıl yürütme, yorumlama ve anlam çıkarma gibi yeteneklerini geliştirme yolu açılmaktadır. Gerçeklik, farklılık, adalet, sorumluluk, büyümek, mutluluk gibi temalar çerçevesinde sunulan öyküler, açık uçlu sorular, yazma ve düşünme etkinlikleri çocukların ve eğitimcilerin yararlanacağı harika birer kaynak sunuyor.

Marx ve Sonrası (2017)
Marksist Düşünceye Katkılar

“Elinizdeki kitapta derlenen makalelerin odak noktası, Marx’tan başlayıp, Marksist düşüncenin temellerini oluşturan klasiklere dair kapsamlı okumaların birer sonucu olarak, ayrıntılı serimlemeler ve yeni katkılar sunabilmektir. Böylesi bir odak noktası belirlemenin temel nedeni, klasiklerin yeniden okunarak, hem metinlerin sunduğu çerçevede temellerin kuvvetlendirilebileceği, hem de hermeneutik sınırlar içinde yeni adımlar atılabileceği fikridir. Bu fikri içeren çabaların özellikle Marksist teorinin günümüzde yaşamış olduğu bunalımı anlamaya ve hem bu bunalımı tetikleyen hem de bu bunalımın yaratmış olduğu problemleri mercek altına almaya büyük katkı sunacaklarını düşünüyoruz.”
– Karl Marx’ta Yabancılaşma, Meta Fetişizmi ve Şeyleşme Kavramları
– Din Halkın Afyonu mudur? Karl Marx’ta Din, İdeoloji ve Eleştiri
– Adorno’nun Marksizmi ve Temel Kavramları
– Post-Marksist Siyaset Anlayışı ve Eleştiriler

Düşünmeyi Dönüştürmek
İlk ve Orta Sınıflarda Felsefi Sorgulama

Elinizdeki kitap, hem kişisel yaşantı dünyanızda hem de kamusal paylaşımlar gerçekleştirdiğiniz hayat akışınızda önemli bir değişimin başlangıcını oluşturabilir. Eleştirel ve yaratıcı düşünme, kavramlar ve problemler aracılığıyla sorgulayıcı bir düşünüm gerçekleştirme, tartışmacı diyalog yoluyla bireyin kendisini ifade etme ve başkalarını anlama süreçlerinde olgunlaşma aracılığıyla etkin ve etkili bir yurttaş olunabileceğini bizlere anlatan bu kitap, esasen çocuklarla felsefe yapma yöntemlerinden biri olan Felsefi Sorgulama Topluluğu (FST) yöntemini ayrıntılarıyla ele almaktadır.
Felsefi Sorgulama yöntemine göre çocuklar aslında çok küçük yaşlardan itibaren felsefi akıl yürütme yapısını kullanabilmekte, felsefi bulmacalar hakkında kendi görüşlerini gerekçelendirebilmekte ve yaşıtlarıyla felsefi bir diyalog süresince farklı görüşleri tartışabilmektedirler. Bu açıdan değerlendirildiğinde küçük yaşlardan itibaren çocukları felsefi diyalogla tanıştırmak, onların eleştirel ve sorgulayıcı nitelikte yargıda bulunma potansiyellerini geliştirmeleri ve bu sürecin bir sonucu olarak da demokratik bir politik hayatın özneleri olma yolunda köklü şekilde dönüşüme uğramaları anlamına gelmektedir. Yazar: Catherine McCall Çevirenler: Burak Karabey, Filiz Karadağ, Kurtul Gülenç, Nihal Petek Boyacı

Marksizmde Ahlak Tartışmaları (2016)
Adalet, Özgürlük, Mutluluk

İnsanların temel haklarını göz ardı eden bir sistemin ahlakı var mıdır? Marx için kapitalist toplumda burjuva sınıfı ve işçi sınıfı olmak üzere iki temel sınıf vardır. İki sınıfın çıkarları, arzuları ve ilgileri farklı olduğundan bu sınıfların ahlaki sistemleri, inançları ve değer yargıları da farklı olabilir. Kapitalist sistemde yaşayanlar arasında gerçekleşen değiş tokuş burjuva sınıfı açısından son derece adilken, işçi sınıfı açısından hiç de adil değildir. Eğer ahlakın kaynağında maddi koşullar ve ekonomik düzenlemeler var ise, Marx'a göre evrensel ahlak yasalarından, mutlak değerlerden, ezeli-ebedi ahlak sistemlerinden söz etmek olanaksızdır. Marksizmde Ahlak Tartışmaları belirli bir geleneğin ahlaka ilişkin fikirlerinin tartışılmasını, etik ve siyaset felsefesiyle bağlantılı olarak felsefi bakışın derinleştirilmesini amaçlamaktadır. Marx'ın kapitalizm eleştirisi ahlaki bir eleştiri midir? Eğer öyleyse, eleştirinin ahlaki boyutu ile Marx'ın sosyal bilimsel sistemi bir arada, uyum içinde nasıl yürümüştür? Başka bir ifadeyle, Marx'ın bilimsel sistemiyle uyumlu bir ahlak teorisinden söz edilebilir mi? Eğer söz edilebilirse, bu teorinin temel bileşenleri ve kavram öbekleri (örn. adalet, eşitlik, mutluluk, özgürlük vb.) neler olabilir? Kapitalizm, insanların temel haklarını göz ardı ettiği için mi aşılmalıdır, yoksa insani özgürleşmenin asla tam anlamıyla yaşanamayacağı bir sistem olduğu için mi? Post-kapitalist toplum tasarımı hakkaniyet ilkesine mi dayanmaktadır? Bu tasarımın inşasında özgürlük kavramının yeri ve önemi nedir? Marksizmde Ahlak Tartışmaları isimli bu kitapta bu ve benzeri sorulara yanıt aranmaktadır. Böylelikle bir yandan Marx'ın kendi metinlerinin çağdaş düşünürlerce hangi argümanlar aracılığıyla değerlendirildiği gösterilmekte, diğer yandan günümüzde felsefenin keyfilikten sıyrılarak "iyi yaşam" talebinin yeniden canlandırılmasının ve bu çerçevede çağımızdaki problemlere etik ve politik düzeyde ışık tutabilmenin olanağı açığa çıkarılmaya çalışılmaktadır. (Tanıtım Bülteninden)

Marx’ın kapitalizm eleştirisi ahlaki bir eleştiri midir?
Eğer öyleyse, eleştirinin ahlaki boyutu ile Marx’ın sosyal bilimsel sistemi bir arada, uyum içinde nasıl yürümüştür? Başka bir ifadeyle, Marx’ın bilimsel sistemiyle uyumlu bir ahlak teorisinden söz edilebilir mi? Eğer söz edilebilirse, bu teorinin temel bileşenleri ve kavram öbekleri (örn. adalet, eşitlik, mutluluk, özgürlük vb.) neler olabilir? Kapitalizm, insanların temel haklarını göz ardı ettiği için mi aşılmalıdır, yoksa insani özgürleşmenin asla tam anlamıyla yaşanamayacağı bir sistem olduğu için mi? Post-kapitalist toplum tasarımı hakkaniyet ilkesine mi dayanmaktadır? Bu tasarımın inşasında özgürlük kavramının yeri ve önemi nedir? Marksizmde Ahlak Tartışmaları isimli bu kitapta bu ve benzeri sorulara yanıt aranmaktadır. Böylelikle bir yandan Marx’ın kendi metinlerinin çağdaş düşünürlerce hangi argümanlar aracılığıyla değerlendirildiği gösterilmekte, diğer yandan günümüzde felsefenin keyfilikten sıyrılarak “iyi yaşam” talebinin yeniden canlandırılmasının ve bu çerçevede çağımızdaki problemlere etik ve politik düzeyde ışık tutabilmenin olanağı açığa çıkarılmaya çalışılmaktadır.
(Tanıtım Bülteninden)

Yargıya Felsefeyle Bakmak (2016)

895070

Kurtul Gülenç ve Özlem Duva’nın hazırladığı Yargıya Felsefeyle Bakmak yargı kavramını, onun hukuksal statüsünü ve bu statünün belirli bir biçimde konumlandırılmasından kaynaklanan teorik ve pratik sorunları enine boyuna tartışmaya açan bir çalışma. Yargı ve yargı yetisi kavramlarının, insan, din, dil, bilgi, etik, politika, estetik, hukuk gibi felsefenin farklı disiplinleri ve problemlerinden yola çıkarak ele alındığı ve tüm boyutlarıyla tartışıldığı çalışmada sırasıyla Uluğ Nutku, Yasin Ceylan, R. Levent Aysever, Mehmet Ali Sarı, Devrim Sezer, Hakan Çörekçioğlu, Metin Bal, Murat Satıcı ve Kemal Şahin’in yazıları yer alıyor.


Frankfurt Okulu: Eleştiri, Toplum ve Bilim (2015)

frankfurt-okulu1

Vita contemplativa’dan, yani seyirci yaşamdan vita activa’ya, etkin yaşama geçiş diye nitelenen modern bilim, insanın doğaya egemenliğini ilan ettiği büyük bir altüst oluşla gerçekleşti. Seyir büyük ölçüde theoria’yı içeriyor, insan içerisinde yaşadığı doğayı onun parçası olarak ya da içinde yer aldığı bir bütün olarak kavramaya çalışıyordu. Modern bilim bu ilişkiyi tersine çevirdi. Akıl ratio’yu sayıya, ölçüye ve mantıksal ilişkiye indirgeyerek, doğayı dışarıdan kendisine baktığı, kendi dışında, kendisinden başka bir nesne haline getirdi: Bir bilgi ve bilme nesnesi. Doğa böylece aklın bir türlü ulaşamadığı, içeriden kavrayamadığı, ama ulaşamadığı ölçüde egemen olduğu, egemen olduğu ölçüde de tüketip yok ettiği bir nesneye dönüştü. Bu başkalık, bu tahakküm edici dışarıdan bakış, bu yok edici ikilik sadece doğaya yönelik değildi. İnsana, topluma, giderek bireye bakışı belirleyen de bunlar oldu. Toplum akıl aracılığıyla kurulan, onunla düzenlenen bir şeydi artık. “İyi yaşam” gerçekleştirilmesi gereken bir projeydi. Doğa nasıl dışarıdan kavranıyor ve ancak egemen olunarak bilinebiliyorsa, toplum da ancak böyle bilinebilirdi. Bilmek yapmakla eşanlamlı olmuştu. İyi yaşamın ne olduğunu bilen onu yapma, kurma, gerçekleştime hakkına da sahipti. Kurtul Gülenç’in Frankfurt Okulu adlı kitabı işte böyle bir bilim ve toplum anlayışına yöneltilmiş en köklü eleştirilerden birini ele alıyor. Frankfurt Okulu’nun “eleştirel kuramının” daha çok Max Horkheimer’ın yazıları üzerinden değerlendirildiği bu kitap, çevrenin görüşlerini ana çizgileriyle göstermekle kalmıyor, çağdaş sosyal bilimler felsefesinin problemlerine ilişkin metodolojik, felsefi ve politik düzlemlerde yeni öneriler de sunuyor. Kurtuluş Dinçer


Mantıksal Atomculuk Felsefesi – Bertrand Russell
(Russell’ın Wittgenstein’dan Öğrendiği Belli Fikirleri Anlatan Sekiz Ders) (2015)

mantiksal-atomculuk-felsefesi-russell-in-wittgenstein-dan-ogrendigi-belli-fikirleri-anlatan-sekiz-deb67bb7c2e7bbd664e629a56ac840b3fd

Russell kitabını şu sözlerle tanıtır: “Aşağıdaki [metin] 1918 yılının ilk aylarında Londra’da verdiğim, büyük çoğunluğunu arkadaşım ve eski öğrencim Ludvvig Wittgenstein’dan öğrendiğim, belli fikirlerin açıklanmasıyla ilgili olan sekiz derslik bir kursun metnidir. 1914 Ağustosundan beri onun görüşlerini bilme fırsatına sahip değilim ve şu an yaşıyor olup olmadığını bile bilmiyorum. Bu yüzden, derslerde içerilen kuramların çoğuna önceden orijinal bir katkıda bulunmasının ötesinde, kendisinin bu derslerde söylenenlerde sorumluluğu yoktur.” Russell’a göre mantık felsefedeki en temel alandır ve bütün felsefe okulları metafizikten çok mantıkla sınıflandırılmalıdır. Kendi mantığına atomcu diyen Russell, bundan dolayı kendi felsefesini, en başa eklenecek kimi sıfatlar olsun ya da olmasın, “gerçekçilik” yerine “mantıksal atomculuk” olarak nitelemeyi tercih eder. Russell’ın atomcu mantığı, günümüzün “memetik” zihin felsefesiyle birçok alanda birleştiği için güncelliğini korumaktadır. (Tanıtım Bülteninden) Türkçe (Orijinal Dili:İngilizce) 200 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 13 x 21 cm İstanbul, 2015 ISBN : 9786051069807 Yayın Yönetmeni : Mustafa Küpüşoğlu Kapak : Nurten Çidik Dizi Editörü : Kerem Cankoçak Çeviri : Cenk Özdağ, Dilek Arlı Çil, Kurtul Gülenç, Önder Kulak


 Siyaset Felsefesi Tarihi
Platon’dan Žižek’e (2013)

siyaset-felsefesi-tarihi-kitabi-ahu-tuncel-Front-1

Zihinlerimizi, çağımızın neredeyse ortak hissiyatı olarak nitelenebilecek çözümsüzlük hissinin yarattığı umutsuzluktan kurtaracak tek şey, kuşkusuz ki siyaset felsefesinin, siyasetin neliğine ilişkin tanımlamalarına dönüp bir kez daha bakmak, siyasal eylemlerimiz ve eylemlerimizin ilkeleri üzerine bir kez daha düşünmek olacaktır. Siyaset felsefesi tarihine ilişkin elinizdeki kitapta ortaya konulmaya çalışılan bu türden bir düşünme, iki temel faydayı beraberinde getiriyor: Güncel siyasetin değişim rüzgârının yönünü tespit etmek için güne damgasını vuran siyaset anlayışlarının sorunlarını tarihsel kaynaklarından takip ederek keşfetmek; bugün unutulan “iyi yaşam”-siyaset ilişkisini yeniden hatırlatarak, siyasal varoluşun anlam ve değerine ilişkin özsel bir sorgulamayı gerçekleştirmek. Tarihsel ve siyasal analizi ortak bir potada eritmeyi hedefleyen bu türden bir düşünmenin ayırt edici özelliği, geleceğe ilişkin içkin ütopik bir bakışı içinde barındırmasıdır. İçkindir çünkü gelecekle kurulmaya çalışılan ilişki geçmişe perde çekilerek gerçekleştirilen geleceğe saf bir yönelme değildir; aksine geçmişten dolanan bir tarih bilinciyle yapılan –yani bir anlamda gelenekleri bütünüyle atlamayan– ama geçmişin tozlu raflarına da saplanıp kalmayan – dolayısıyla nostaljik yönelimlere başvurmayan– bir yolculuğu andırır. Yolculuğun temel amacı son’lu bir tarih algısını sorgulayarak geçmişi ve geleceği şimdi’de birleştirebilmek, bu yolla şimdi’de alternatif olanı açığa çıkarabilmektir. Walter Benjamin’in konuya ilişkin vurgusu bu aşamada hatırlanabilir: “(…) hiçbir olgu, bir neden olduğu için zorunlu olarak tarihsel olgu niteliğini kazanmaz. Bu niteliği olup bitişinin ardından, belki binlerce yıl sonra ortaya çıkan koşullar aracılığıyla kazanır. Bunu çıkış noktası yapan her tarihçi, olaylar dizisini bir tespih gibi parmaklarının arasından kaydırmaktan vazgeçer. Kendi çağının geçmişteki son derece belirli bir çağla paylaştığı konumu kavrar.” Siyaset Felsefesi Tarihi (Platon’dan Žižek’e), tıpkı Janus gibi hem geçmişe hem de geleceğe bakarak çağımızın konumunu daha iyi anlamamızı olanaklı kılmakla kalmıyor, aynı zamanda siyasete dair umut duyabilmemiz için tarihte varolan olanakları da gözler önüne seriyor.


 Felsefe Dedektifi Serisi (2013)


Marx’ın Halleri
Marksist Düşüncede Diyalektik Bir Yolculuk (2012)

kitap-page-001

“Katı olan her şeyin buharlaştığı” bir dönemden “hiçbir şeyin katılaşmaya dahi fırsat bulamadığı” bir döneme girdik. Toplumsal, kültürel ve teknolojik değişim öyle bir hıza ulaştı ki üretilen bir alet daha dolaşıma girmeden “temel niteliklerini” yitirme tehlikesi ile karşılaşıyor; tüketim nesnesi olduktan kısa bir süre sonra da demode oluyor. Kuşkusuz fikir dünyası da bu hızdan nasibini almış durumda. Tıpkı aletler gibi düşünceler de veya kavramlar da diyebiliriz hızla tüketildikten sonra kendi düşünceler tarihi bahçesine gömülüyor. Tüketim dünyasının yaratmış olduğu (ve neo-liberal tekno kapitalist nesneleştirme kiplerinin sonucu olarak ortaya çıkan) ilişkilerin veya başka bir ifadeyle söylersek, “büyüsü bozulan dünya” tarihinin çöplüğüne atılmış (ya da tüketim nesnesi olduktan sonra hiçbir ayrım gözetilmeden üst üste yığılmış) fikirler katmanının bize bıraktığı en önemli sorunlardan biri geleceğe ilişkin bir belirsizlik halidir. İnsan tarihinin bu en hızlı çağının kendi içinde ve tuhaf bir şekilde son derece belirsiz bir gelecek tasarımı barındırdığı öne sürülebilir. Açıkçası hiçbir şeyi umursamayan, muazzam bir belirsizlik hali barındıran ve geleceğe doğru savrulan bir şimdi anı yaşamaktayız. Geçmişi müthiş bir kayıtsızlıkla karşılayan, geçmişten geleceğe hiçbir gelenek ya da öğe taşımak istemeyen bir an bu. İşte bu yüzden her kültürel öğenin kolayca birbirinin yerine ikame edildiği, her söylemin anında değiştirilebildiği, tüm mevcut gelenekler ve bu geleneklere ilişkin bireysel kolektif belleklerin silindiği ve her pozitif kurucu anlatının altının oyulduğu bir “post” dönemde geleceğe ilişkin bir pozitif ütopya üretmek neredeyse imkânsızlaştı. Nihilizm teriminin kifayetsiz kaldığı günümüzde “denetim ve öngörülebilirlik hissinden mahrum kalan bir halde böyle bir hızda ilerleyen bizler, geçmişi de geleceği de hayret ve endişeyle karşılıyoruz.”


Karl Marx
Basın Özgürlüğü Üzerine (2012)

0000000400884-1

“Ren adaleti tıpkı Türkiye’deki gibi kusurludur!” Marx’tan, ülkemizde de yakıcılığı gün geçtikçe artan basın özgürlüğü konusunda, her zamanki gibi lafını esirgemeden kaleme aldığı polemikçi bir eser. Muhataplarına aman vermeyen diliyle ve sahte polemiklerdeki gibi retorikte kalmayan, gerçek polemiğin olmazsa olmazı diyalektik bir akıl yürütmeyi yazdığı satırlara sindiren Marx, Türkiyeli okura hiç de yabancı gelmeyecek bir basın özgürlüğü ve sansür tartışmasına giriyor. Marx’ın zehirli dili bir yandan muhataplarının tutarsız ifadelerini sarakaya alır ve okurun zihin haritasına edebi bir çeşni katarken, bir yandan da sansürcülerin dilinin yüzyıllardır değişmemiş kof çatısını yerle bir ediyor. Basın özgürlüğünün bir ülkenin entelektüel birikimini ve gelişmişliğini gösterdiğini dile getiren Marx umudu da elden bırakmıyor: “Çiçekler bataklıklarda da büyürler”. Haluk Gerger’in Sunuşuyla

Reklam